3 Ocak 2011 Pazartesi

Yaş 12, bir pazar akşamı...

      Bir pazar akşamı, misafir dolu ev. Yakın akrabalar (“karneni getir de görelim” cümlesi haricinde herhangi bir diyalog yaşamadığın insanlar) ve yanlarında getirdiği seninle aynı yaştan bir kaç oyun arkadaşı (genelde tercih hemcins olanlardır). Erkeklerin tavla oynadığı (mutlaka eksik pul ya da zar için baban tarafından evi aramaya, komşudan pul istemeye zorlanmışsındır), kadınların ellerinde örgü şişleriyle dedikodunun dibine vurduğu (arada bir muhabbete ilmik sayımı için ara verilir), televizyonun hiç izlenmediği ama gürültüye en büyük katkı sağladığı (genellikle ibo şov açıktır) ve sigara dumanından göz gözü görmeyen duman altı olmuş bir ortam. (annenin tülleri yıkama sebebi. Bunlar sana daha sonra ıslak ve ağır perdelerin takılması sebebi ile oluşan kol uyuşmazlığı olarak geri dönecek) 
      Bütün yaşıtlar annesinin yanında hanım hanımcık oturuyorken, oturma odasının kapısından kendilerini gerek el işareti, gerekse kafa işareti ile çağırarak (anlaşılmasın diye çağırılan çocuk hemen gelmez, üzerinden biraz zaman geçtikten sonra gelir.) hepsini odanda topladıktan sonra (“Benim çocuk uslu ama birini görünce azıtıyor” diyorlar ya hani, işte o ‘biri’ şu an sensin) bir lider edasıyla yaşıtlarını yere oturtarak oluşturduğun çemberin ortasına sepetinden boşalttığın oyuncaklar (sepeti boşaltırken yaşadığın babacan duygu tarif edilemez) ve adeta kendinden geçtiğin, bir daha asla yaşamayacağın en masum anılar…
      Saatler ilerlemiş, yaşıtlarınla oynadığın oyun o kadar hararetli bir noktaya gelmiş ki; ( hararetten dolayı oluşan kulak kızarıklığı)   giydiğin yün kazak tepişmekten dolayı oluşan statik elektrik ile alev alma noktasına gelmiş, artık halının üzerinde araba tekerliklerinden dolayı oluşan izler iyice belirginleşmiş, ebeveynlerin gelip “çocuklar sessiz olun” uyarıları sayılamayacak çokluğa ulaşmış (anne uyarılarına kulak asmadığını anlayınca bi noktadan sonra babanı uyarması için yollar, ki etkili de olur bu değişiklik bkz: tavla ya da okey başından kalkan baba asabiyeti), alt kattaki komşu 3. kez oklava ile tavana vurmuş (bir kere de çocuk odası alt kattaki komşunun yatak odasının üzerine denk gelmesin lan), yerde debelenmeye bağlı sebeplerden üzerindeki pijama diz yapmış (diz bölgesinin rengi solma aşamasına geçmiş) ve en önemlisi sürünün adeta lideri olmuşsun, “bu oyuncak senin olsun” cümlesinin akabinde herhangi bir sözün söylenmediği bir güce ulaşmışsındır.
İşte tam o sırada annen gelir ve kaynar suları boşlatır:
      -Haydi çocuklar oyuncakları da alıp koridora geçin, Ömer sabah erken kalkacak.
      -Ama anne onlar niye yatmıyor, onların da sabah okulu var.
      -Onların yatağı burada değil. (Bir kez olsun sekmeyen klişe cevap)
      Oyuncakların toplanır ve çıkarlar odadan sanki sen orada hiç olmamışsın gibi. Girersin yorganın altına ama koridorun ışığı gözünü oyar, oyuncak sesleri adeta kulağını deler. Sadece arkadaşlarını ve şu an ne yaptıklarını düşünürsün. (Ben ölünce insanlar ne yapar üzülür mü acaba merakına eşdeğer derecede bir merak) Çıkan her seste irkilirsin. Oyuncaklarına iyi bakmadıklarını, en kötüsü de sensiz çılgınlar gibi eğlendiklerini düşünürsün.. Annen seni uyuman için yatağa koymuştur fakat yatakta minimum 2 saat debelenir ve misafirler giderken de yatağından kalkıp annenin muzip bakışları altında misafirleri yolcularsın.
      Ben bu şekilde yatağa konulduktan sonra hiç uyuyamadım biliyor musun anne, bir gece olsun uyutamadın beni bu şekilde. Şu an saat sabaha karşı 4:32 ve ben bu yazıyı yazarken, beni erkenden yatağa gönderdiğin günlerin acısını çıkarıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

My Facebook Profile
My Flickr Profile
My Twitter Profile
My Last fm Profile
My Tumblr Blog
My Tumblr Blog
My Tumblr Blog