9 Eylül 2011 Cuma

Bak Evladım.

Bak evladım. Üniversite sınavın geçti diye sabahtan akşama kadar yan gelip yatıyorsun. Hiçbir sorumluluğunu yerine getirmiyorsun. Hadi ikinciye giriyorsun dedik, bu sene ciddiye alırsın dedik, almadın. Bu gidişle seneye tekrar girec... Kenarlarında lacivert kalın bi şerit var. Hemen yanında çok ince beyaz bir şerit ve onun yanında da bir karış genişliğinde turuncu dikdörtgen üzerinde garip çiçekli simgeler... ...taksidi ne kadar biliyor musun? Yıllık en az 25bin lira. Özele verecek paramız yok bizim. Eğer düzgün bi yer kazanmak istiyorsan oturup adam gibi çalışm...  Sonra tekrar ince beyaz bir şerit. Ortadaki büyük dikdörtgenin içinde de simetrik bir şekilde yerleştirilmiş ağaç gibi bir şey. Orta kısmı dikdörtgen, üst ve alt kısımlarında ise köşelere doğru uzanan garip dallar var. Her dalın aşağıya doğru sarkan minareye benzer saçaklarının arasında siyah ve turuncu karışımı toplar duruyor. ...hlara kadar ders çalışmış. Bize misafirliğe geldiğinde bile kitaplarını yanına alıp geldi. Onun sınavı nasıl geçmiş, senin sınavın nasıl geçmiş. 2 test çözüyorsun, bi saat mola veriyorsun. Götünü gezdirmeye yer arıyorsun resmen. Aklın fikrin gezm... Bu overlok dedikleri şey ne ki, ucundaki saçakları mı düzeltiyorlar acaba? Çok ilginç. Makineyi ayağımıza kadar getirdiklerine göre herhalde gerçekten gerekli bir şey bu. Sanırım saçaklar kötü durduğu için. Kirleniyor ya, simsiyah oluyor resmen. Ondan sanırım. ...yram tatili yok, sabahtan akşama kadar ayakta ve aldığı paraya bak. Neden? Çünkü okumadı. Zamanında çok söyledim ben ona. Bak dersine çalış dedim, okulunu bırakma dedim, sonradan çok pişm... Bu halı kaç metrekare eder lan? Ben 1.75'im. Boyuna uzansam, herhalde benim boyumun yarısı kadar bi boşluk kalır. Hadi boyuna 2,5 metre desen, genişliği de benden biraz kısa. Hadi ona da 1.5 metre diyeyim. 1.5 ile 2.5'u çarpalım şimdi.... Bir tane 2.5 var, bi de 2.5'un yarısı kadar 1.25 var. Yani ikisini topl... ...liyor musun beni, sana söylüyorum. Anladın mı söylediklerimi? -Anladım babacım, merak etme sen. +İyi bakalım. Haydi git elini yüzünü yıka, sofra hazırmış. Yemeği soğutmayalım. -Peki babacım.

30 Mart 2011 Çarşamba

11-12 yaşlarındayım...

Bu sefer 11-12 yaşlarında falanım. İlkokuldayız, bilgi yarışmasında. 5.sınıfta. Velet tabiri ile 5-B sınıfında. Toplam iki sınıf var bilgi yarışmasında. Birbirine düşürülmüş, sınıf kavgalarının olduğu, kapının önünde dikilen erkeklerin birbirine ters ters baktığı, laf attığı, her bokta sidik yarıştırdığı diğer sınıfla, 5-A sınıfıyla.

Bizim grupta ben ve 3 kız daha varız. Niye benim gibi adamı aldılarsa artık. Sanırım “3 kızın yanına bir de erkek sıkıştıralım” mantalitesinden. Ya da veli toplantılarında “Zeki ama çalışmıyor” klişesinin efsanesi olmamdan dolayı. Gruptaki tek erkeğim, erkeklerin gurur kaynağıyım adeta. Yarışmadan önce bana şans getirsin diye silgisini kalemini verenler, tezahürat yapanlar, saçma sapan bir sürü işler. Ha bir de sanırım matematikte çok iyi olmam da grupta olmamın bir sebebi olabilir. Galiba sadece matematik soruları için oturtulmuştum o kutluğa, evet.

Şimdi size yarışmanın sözel kısmının formatını anlatayım. Şöyle ki; sana kağıtta bir şeyin tanımını veriyorlar, sen de kartonlara tanımın neye ait olduğunu yazıp kaldırıyorsun, bu kadar basit. Tabii ki ben sözel kısım formatından bihaberim.
Matematik bölümü geçmiş, Din dersi sorularına gelmişiz. Ben de sessiz sessiz oturuyorum, bizi izleyen erkeklere göz falan kırpıyorum, doğru cevap sonrası artislik yapıyorum falan.

Bak şimdi gelen kağıtta buna benzer bir şey yazıyor:

"Allah rızası için fakirlere, muhtaç kimselere, karşılıksız olarak verilen şey, yapılan yardımdır."

Doğru cevap "Sadaka" tabii ki. Ama ben bunu okuyunca "Bu ne lan?" deyip takım arkadaşlarıma artis artis "Durun abi, ben bunu biliyorum. Yanlış bu cevap, böyle şey mi olur Allah aşkına" diyerek koskoca kartona cevabın yanlış olduğunu belirten "HAYIR" yazıyorum. Bi allahın kulu da sesini çıkarmıyor. 3 kız keriz gibi beni izliyor, beni onaylıyor. Sanki diğer sorularda kartona evet yazıyormuşuz gibi. Zaten heyecandan elleri ayakları titriyordu, şimdi gibi hatırlıyorum. Neyse sonra kartonlar kalkıyor, lan bi bakıyorum herifler ne evet yazmış, ne de hayır. Afallıyorum tabii ki.

Sonra kimsenin yazdığı doğru çıkmıyor, tam diğer soruya geçilecekken velinin biri kalkıp itiraz ediyor. "Sadaka ile Hayır aslında hemen hemen aynı şey" diyor. Jüri biraz düşünüyor, sonra kabul etmiyor cevabı. Veliler kalkıp itiraz ediyor, hocalarla tartışıyor, diğer sınıfın velileriyle bağırışmalar çağırışmalar falan. Bildiğin kıyamet kopuyor yani. Bu curcuna yaşanırken ben de kenarda mal mal bakarak ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Tabi bu olayın aslını çözmem de uzun bir zaman alıyor. Yalnız hepsini geçtim; verdiğim hayır cevabı ile rezil olmam gerekirken ortalığı birbirine düşürüyorum ya, anam beni cidden kadir gecesinde doğurmuş.

20 Mart 2011 Pazar

7-8 Yaşlarındayım...

Sanırım 7-8 yaşlarında falandım. Yaz tatilinde sabahları babamla birlikte kalkar, dükkana giderdik. Sanayinin içinde ufak bi esnaf lokantamız vardı, 6-7 masalık, içinde bir de fırını olan kendi halinde bi yer.

Bir gün en yakın arkadaşımı ikna edip dükkana getirmiştim. Yemeğimizi yedikten sonra dükkanın olduğu sokakta kola kutusunu ezip top yapmış, anlamsızca koşturuyorduk. Biz deli gibi koştururken babam dükkandan bağırdı, “Ömer orada oynamayın” dedi. Haklıydı da. Dükkanın olduğu sokak, sanayinin en uzun sokağıydı. Arabaların fren denemesi yaptığı, fırlama tamirci çıraklarının müşteri arabası ile kendinden geçtiği yerdi. “Tamam baba” dedim başım öne eğik, sonra da arkadaşımı alıp kapının önündeki kola kasalarının üzerine oturduk.

Tıpkı ebeveyninin uyarısının sadece 10 dakika geçerli olduğu her çocuk gibi, aradan 10 dakika bile geçmeden yine kola kutusuyla sokakta oynarken bulmuştuk kendimizi. Başımızı yerden kaldırmadan kola kutusunun peşinden koşarken birden bi fren sesi duydum. Kafamı kaldırdığımda, benden 3-5 metre uzakta, bana doğru gelen bir arabanın olduğunu fark ettim. Fren yaparak geliyor, gittikçe yavaşlıyordu, fark edebiliyordum bunu. Ama çarpacaktı, kesinlikle çarpacaktı bana. Reflekssel olarak sadece kollarımla gözlerimi kapatabildim ve araba bana çok sert sayılmayacak bir şiddetle çarptıktan sonra sendeleyerek arabanın 2-3 metre uzağına düştüm. Gözlerimi açtığımda yerde yanlamasına uzanıyordum. Arabaya doğru dönüktüm. Dirseğim ve dizlerim kanıyor, ellerim yanıyordu. Acıyı hissedebiliyordum. Ağlamıyordum, yalnızca dizlerim titriyordu. Korkmuştum sadece. Pek de ciddi bir şeyim yoktu aslında.

Yerde otururken kafamı kaldırdım ve genç sayılabilecek orta yaşlı bi adamın kapıyı açarak arabadan çıktığını gördüm. Adam çıkar çıkmaz, iyi olup olmadığımı bile sormadan “Önüne baksana orospu çocuğu” diye bağırdı.
O an benim için zaman durdu adeta. “Orospu çocuğu” dedi… “Orospu çocuğu” dedi bana o adam... Aslında ne dediği umurumda bile değildi. Yaptığım salaklığın farkındaydım, o an söylenen her şeyi de kaldırabilirdim. Sarfedilen küfrün benim için hiçbir önemi yoktu. Her şeyi sindirebilirdim, her sözü yedirebilirdim kendime. Tamam, ben yedirebilirdim de; babam yedirebilir miydi?

Orospu çocuğu sözünü duyar duymaz dizlerim artık 2 kat daha hızlı titriyordu. Arabanın çarpması ile yaşadığım korkunun çok daha fazlasını yaşıyordum şu an. Aklımdaki tek düşünce, babamın bu küfrü duymuş olup olmayacağıydı. Bunu anlamak için dükkana doğru bakmam yeterliydi. İçimden dua ediyordum, “Allahım lütfen babam duymamış olsun” diyordum. Bir yandan da kafamı dükkana doğru çeviriyordum. Çevirirken zaman adeta geçmek bilmiyordu. Babamın küfrü duymuş olması halinde neler yapabileceğini hayal ediyordum. Hiç hoş şeyler olmayacaktı. Hiç hem de… “Allah’ım lütfen duymuş olmasın lütfen, unutulsun bu olay yeter ki, bir daha asla yaramazlık yapmayacağım” diye dua ediyordum. Tıpkı yaptığım her yaramazlık sonrası kötü bir şey olacağını hissettiğimde söylediklerim gibi.

Kafamı tamamen çevirdiğimde; babam fırından beyaz önlüğüyle çıkmış, hızlı hızlı kapıya doğru yürüyordu. Ağzında Marlboro’su vardı, bütün nefesiyle çekiyordu. Bana bakmıyordu bile. O an burnumun yandığını hissettim. Babamı çok iyi tanıyordum. Duymuştu, kesinlikle duymuştu. Sağ elinin iki parmağı ile daha yarılanmamış sigarasına aldı ve kapıya varmadan orta parmağı ile dışarıya fırlattı. Sigaranın düşüşünü izledim. İzmaritin önümde ışıklar saçarak takla attığı anı şimdi gibi hatırlıyorum. Tekrar çevirdim kafamı. Babam kapıya varmıştı bile. Tam kapının önünde iki elini birbirine vurdu. Havada un zerreciklerinin yavaş yavaş dağıldığını gördüm. Babamın hemen önünde uçuşuyorlardı. Göğsü ile yardı toz bulutunu. Burnum yanıyor, boğazım düğümleniyor, gözlerim yaşlanıyordu. Boyacı Ahmet Abi’ye baktım o an. Babamın en yakın arkadaşıydı. “Tut babamı Ahmet Abi” dercesine baktım. Anlamadı adam, olacakların farkında bile değildi, baktı sadece bana. Yerde uzanıyorken hala bir mucize olsun diye bekliyordum. Biri babamı bi şekilde durdursun istiyordum. Babam hala son sürat adamın üzerine yürüyordu. 1.80 boyunda, 90 kiloluk dev bir adam, izbandut gibi. Arnold Schwarzenegger’e benzetirdim ben babamı. Neredeyse onun kadar cüsseli bir adam düşünün. Üzerinize doğru hızlı hızlı yürüdüğünü, yaşadığınız korkuyu, gerilimi düşünün. Şöför de aynı şeyleri yaşıyordu, ama çok daha yoğun bir şekilde. Adam babamın gelişini izlerken, 2 adım mesafe kaldığında ne olacağını az çok tahmin etmişti sanırım. Babam bu mesafeye geldiğinde sağ kroşesini çoktan hazırlamıştı bile. Yumruğunu maksimum hıza ulaştırabilmek için bacaklarını açabildiği kadar açmış, yumruğunu da getirebildiği kadar geriden getiriyordu. Adam; babamın iki bacağının arasındaki açıdan olsa gerek, olacakları kabullenmiş, tıpkı benim yaptığım gibi reflekssel olarak kollarıyla gözlerini kapatabilmişti sadece. Sol kulağında patlayan yumruğu yer yemez de inleyerek arabasının camına yapıştı.

İlk yumruğu gördükten sonra yattığım yerden doğruldum ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bağrışmalar duyuyordum. Daha fazla bakamamıştım. Kafam öne eğikti. Gözyaşlarım şıpır şıpır yere damlıyordu. Zaman geçmek bilmiyordu. O an arkadaşım geldi aklıma. Ne yaptığından bile haberim yoktu. Uzun bir süredir görmüyordum onu. 2 saniye boyunca hakkımda neler düşündüğünü hayal ettim, mahallede top oynarken artık bana hangi gözle bakacağını düşündüm. Aslında umurumda bile değildi o. Tekrar gözlerim yaşlı bir şekilde kafamı kaldırdım. Bulanık görüntüden babamın beyaz önlüğünün simsiyah tamirci tulumlarının arasında parladığını gördüm, adamın t-shirt’ünün babamın kolunun yönünde uzadığını gördüm, esnafın adamı babamın elinden almaya çalıştığını gördüm. Başımı öne eğip ağlamaya devam ediyordum şimdi. “Cemal bırak!” bağrışmaları arttıkça daha diyaframdan, daha da içten ağlıyordum. Allah kahretsin her şey bitsin istiyordum artık! Bi an önce dükkanda oturup cam şişe Coca Cola’nın tadına varmak istiyordum, babamın lahmacunu yırtmadan küreğe taşımasını izlemek istiyordum, fiş kesip yazar kasanın anlamsız gürültüsünde ritim tutmak istiyordum sadece.

Sesler kesilmişti. Kafamı kaldırdım, her şey bitmişti. Babamı ayırmışlardı adamdan. “Tamam bitti sakinim” dercesine ellerini havaya kaldırdı ve esnafın arasından çıkarak bana doğru yürümeye başladı babam. İşte tam da o anda sıranın bana geldiğini anladım. Ağlamam durmuştu, gözlerim hala yaşlıydı ve hala bulanık görüyordum. Babamın gelişini izliyordum sadece. Evet, sıra gerçekten bana gelmişti. Boyacı Ahmet Abi’ye baktım tekrar. “Bu sefer tut bari Ahmet Abi” demek istedim gözlerimle. Belki anlamadı, belki de aramıza girmek istemedi bilmiyorum. Zaten babamı zaptedebilecek güçte bi adam da değildi. Babam tam yanıma geldiği an gözlerimi kapattım. Yerde kıçımın üstünde oturuyorken sol yanağıma yediğim tokat darbesi ile tekrar yerde buldum kendimi. Ağladım, bir saat boyunca ağladım. Ağlarken beni çay ocağına oturtup oralet koydular önüme. Ben orada hıçkıra hıçkıra ağlıyordum ve esnaf beni oraletle sakinleştirmeye çalışıyordu.

O günden sonra o arkadaşımla bir daha hiç görüşmedim. Ne ona futbolcu kartlarımdan borç verdim, ne de aynı kames’i tekmeledim. Babam hakkında ne düşündüğü de hiçbir zaman umurumda olmadı. Çünkü ben babamı tanıyordum, şeker gibi adamdı benim babam. Ve çok ilginçtir; küçükken tam bi Arnold Schwarzenegger hayranıydım ben. Akşam filmi çıktığında ben yatağıma yatar, babama da filmleri vhs video kasete çektirirdim. Öğlen okuldan geldiğimde de ezberleyene kadar izlerdim onları. Şimdi düşünüyorum da, aradan neredeyse 15 sene geçti ve ben bu yazıyı yazarken daha yeni fark ediyorum gerçekleri. Meğersem Arnold Schwarzenegger’e değil, babama hayranmışım ben.

Yazar notu: Ulan normalde böyle şeyler yazmıyorum ben, hiç de beceremem zaten yazmayı. Yarın babamın doğum günü. Özledim galiba, ondan böyle bir yazı çıktı. (Yazar nedense “Özledim galiba” yerine 20 kere “Babamı çok seviyorum olm ben” yazıp sildi. Niye böyle bir şey yaptı o da anlam veremiyor. Sanırım erkek evlat olduğu için yediremiyor kendine böyle şeyler söylemeyi. Var erkek çocuklarının öyle saçma sapan takıntıları, evet. Anneye denir ama babaya denmezmiş gibi) Tamam lan vurmayın, bi sonraki yazı çok komik olacak.

18 Mart 2011 Cuma

23 yaşındayım.

23 yaşındayım.

10 seneden fazla bir süredir tavla ve okey oynuyor, yine neredeyse 10 seneye yakın bir süredir de araba kullanabiliyorum. Bunların hiçbirini direkt olarak herhangi birinden ya da bir kaynaktan öğrenmedim. Hepsini sadece babamı izleyerek öğrendim.

23 yaşındayım.

Babamın okey oyununa şu ana kadar hiçbir şekilde dahil olamadım. Kayıp taşı aramak, düşen zarı getirmek, komşuya gidip yeni takım istemek dışında tabii ki. 14 taşın 10’unun bile elime sığmadığı zamanlarda, neredeyse bütün çocukluğum boyunca “çanak” ne demek, onu çözmeye çalıştım. Sabahlara kadar oynanan okey partilerinde, “biri tuvalete falan gitsin de yerine geçip taşları dizelim” diye hayal ettiğim günler şimdi gibi aklımda. Tabii ki ortamda benden daha büyük ve benden daha fazla o koltuğa geçmek isteyen bir kuzen yoksa. Ki her zaman vardı. Benim o koltuğa oturabilmem için en az 3 kişinin aynı anda tuvalete gitmesi gerekirdi.

23 yaşındayım.

Şu ana kadar tavlada bir kez olsun babamın karşısına çıkma cesareti gösteremedim. Üniversitenin tavla turnuvasına katılıp ilk 20’ye kalmışken bile “Olm sen daha toysun” sözünü işitmemek için bir kez olsun babama meydan okuyamadım. Hep izledim, hep saydım, “baba bir kere ben atabilir miyim” dedim hep. Eksik pul yerine konan madeni parayı oyunun sonunda cebime atabildim sadece. Bazen onları izlerken kırılacak pulu görmediklerinde içim içime sığmadı, yerimde duramadım, çişim gelmiş gibi debelendim koltuğumda, parmaklarımı ısırdım. Tek isteğim “Kesin açık var” diyen ilk kişi olabilmekti sadece. Tek isteğim babam kadar iyi olabilmekti. Onun kadar sağlam zar tutabilmekti.

23 yaşındayım.

İlk defa geçen yarı tatilde babamla birlikte tavla oynadım. İlk defa okey masasına oturdum onunla. Ve resmen ortalığı kasıp kavurdum. Tavlada 6-1 yenip, 2 kez de okey attım. Komşular arasında tam bir efsane oldum. Yıllardır izlediğim adamları taşladım, okey attım, ıstakasını devirdim.

23 yaşındayım.

Bunları yaptım evet. Yaptım ama taşları tutarken ellerimin titrediğini onlar bilmiyor. Okeyi atmak üzereyken kalbimin küt küt çarptığını onlar bilmiyor. Tavlayı daha kapatmadan, babamın “bir kez daha oynayalım” demesine bile fırsat vermeden korkudan odama kaçtığımı babam bilmiyor. Sanırım bi erkek çocuğu için en büyük mutluluk bunlar olsa gerek. Bir zamanlar ulaşılmaz olarak gördüğü babasını darma duman etmek.

9 Mart 2011 Çarşamba

Siz hiç apartmana girmek üzereyken karşı cins kestiniz mi? Ben kestim.

Senaryo hep aynıdır. Sen zili basıp da kapının önünde beklerken, sana doğru gelen bir karşı cins vardır. Önce şöyle bi bakış atarsın, sonra kesmeye başlarsın. Sürekli ona bakmazsın ama. Arada bir apartmanın kapısının camına bakarsın. Karanlık camın yansımasıdan kendini süzersin, son özgüven tazeleme hareketlerine girersin.

Karşılık alma ihtimalin bir çok etmene bağlıdır. En basitinden apartman kapısı bile büyük bi etmendir. Eğer markete falan inmişsen; ev hali, yağlı saçlar, diz yapmış pijama, eldeki poşet, poşetin içeriği gibi etmenler karşılık alma ihtimalini büyük ölçüde etkiler. Zaten bakımsız olduğun anlarda, kesilebilitesi yüksek karşı cinsin geliyor olma ihtimali hep daha fazla olur. Bu durumda hep “Açın lan kapıyı allahsızlar, iğrenç bi haldeyim” diye içinden geçirirsin. Apartman kapısında kız kesmek için, gezmekten eve gelmiş olmak en uygunudur.

Eğer karşı cins biraz uzaktaysa otomatiğe hemen basılmasını istemezsin. Seni normalde saatlerce kapıda bekletecek kardeşin, karşı cins daha ‘optimum kesme alanı’na girmeden hemen açar kapıyı böyle anlarda. Otomatik erken gelirse kardeşine bi giydirirsin kapı önünde. Elinde nimet olması önemli değil. Açmasın ibne kapıyı. Eğer karşı cins çok uzaktaysa, otomatiğe basılmışsa bile “duymamıştır lan” diyerek sanki basılmamış gibi kızı kesmeyi beklersin. İyice bi kesersin sonra. Tam arkana gelince kapının yansımasından bakarsın bakıyor mu diye. Eğer yol boyunca bakmadıysa "dur yalanım ortaya çıkmasın, daha otomatiğe basılmadı çünkü" ayaklarından vazgeçip hemen girersin içeri.

Kızdan beklenen karşılığı alamadıysan ve kapı da geç açıldıysa bir de; yukarı çıkıp geç açılan kapının sorumlularını bir güzel afaroz edersin. Genelde annen bu duruma bir şey demez. Çünkü "markete inen gencin eve geldiğinde yaptığı tripleri hoşgörü ile karşılama" gibi bir durum da söz konusudur.

Apartmana girerken kız kesme olayında yaşanılan en acıklı an, karşı cinsin tam da "optimum kesme mesafesine" girdiği anda otomatiğe basılması, ve karşı cinsin kapı otomatiği sesini duyabilecek mesafede olmasıdır. İtlersin kapıyı sinirli sinirli. Bazen de o otomatik öyle bi denk gelir ki, sen tam merdivenin köşesini dönmek üzere olduğun noktaya geldiğinde, karşı cins de tam o anda apartman kapısının önüne gelecektir. İşte burası çok önemli. İki tarafın son kez kesişmesi için en uygun an. Kapıdan içeri girip de merdivenin köşesine ulaşana kadar "arkama baksam mı, bakmasam mı" ikileminde kalırsın. Tekrar bakmak için en büyük fırsat, sırtını kapıdan ilk çevirdiğin an, merdivene doğru yöneldiğin ilk andır.

Ama çoğunlukla yapılan şeyin aksine, bakılmaması gerekir. Eğer bakıp da karşılık alamazsan, özgüvenin zedelenir. Hayır ben çok arsızım, "çirkindi zaten” deyip geçerim diyorsan çirkinleşebilirsin tabii ki. Bu kadar da yüzsüz olma ama bence.

Halbuki bakmamak her zaman en iyisidir. Cool cool çıkacaksın merdiveni. Sanki karşı cins gözünü kapıdan ayırmamış gibi düşüneceksin. Ben çoğu zaman kızın kafasını ellerinin içine alarak, burnunu cama yapıştırarak, camda sıcak nefesinin buğusunu bırakarak beni görmeye çalıştığını düşünürüm.
İnanın böylesi egolarımız için en iyisi.

2 Mart 2011 Çarşamba

Hayatın Gerçekleri Vol-2

• “Kim çekti bu fotoğrafı, çok güzel çıkmışsın canım XD” deyince kimse sizin çektiğinizi anlamıyor sanıyorsunuz değil mi? Aferin.
• Otobüste gidip de bi kızın yanına oturunca, kız senin abaza olduğunu düşünüyor.
• Gece yatağına işeyip de annen sabah seni kaldırmaya geldiğinde yataktan çıkmıyordun ya, annen anlamadı sanıyorsun di mi? Aferin sana da.
• Herkes Nutella değil de BİM’den Şokella aldığını biliyor.
• Bütün gün burnunda sümükle gezdin ve kimse sümüğe bakmaktan söylediklerinin tek kelimesini anlamadı.
• Sevgilisi var.
• Şarjı falan bitmemiş, kontörü de var, meşgul da değil.
• Shaggy ölmedi.
• Seninle vücudun için beraber.
• Twitter’da Location kısmına Türkiye yazdın ama herkes senin en ücra memleketten olduğunu anlıyor.
• Yatak hala sıcak. Tekrar girmek için geç değil.
• Karşı cinsin söylediği o “canım”; senin sandığın “canım“ değil.
• Belki çok güzelsin, belki de çok yakışıklısın. Ama unutma ki sen de sıçıyorsun. Hatta yeri geldiğinde böyle kol gibi… Sustum.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Hayatın Gerçekleri Vol-1

* Senin osurduğunu anladılar.

* Kafedeki kız aslında seni kesmiyordu.

* Garson, telaffuzundan istediğin şeyi ilk defa yiyeceğini / içeceğini anladı.

* Kafandaki cisim saatlerdir orada ve herkes sana güldü.

* Konuşurken ağzından çıkan ve masaya konan tükürüğü gördüler ve şu an ne anlattığından çok tükürüğe odaklanmış durumdalar.

* Yalan söylediğini anladı ama ses etmedi. Artık her söylediğine şüphe ile bakacak.

* Uyuya kalıp başının öne düştüğünü gördüler, acaba gördüler mi diye boşuna bakınma.

* Asistan seni gördü ama bişe demedi, daha dikkatli ol.

* Öndeki adam arkasına dönmese bile sen onun ayağına bastın ve senden bir özür bekliyor.

* O çocuk sana hayatta bakmaz.

* Bana kız mı yok diye kendini kandırma. Yok işte.

* Her ne kadar üstünü başını düzeltip kapıyı açsan da, gelenler evde tek başına ne yaptığını anladılar.

* Ders çalıştım diye kendini kandırıyorsun.

* Ellerini yıkadın ama pantolonundaki ıslaklığı çiş sanacaklar.

* Yine taksinin kapısını çok sert kapattın. Şöför içinden ana avrat kaydı.

* Yanına fazla para almadın demek? Yalanını sikiym senin.

* Kimse görmemiştir diye kandır sen kendini. Ne zaman tarayıcı geçmişini işin biter bitmez sileceksin?

* Haklısın. Son esprinden sonra seni gerçekten eşcinsel sanıyorlar. Bundan korkuyorsun di mi? Demek ki homofobiksin de. Buyur.

* Pazartesi okul var

* Hemen yapıp çıktın mı? Belki erkeklere yedirdin ama kızlar bu makyaj için saatlerdir uğraştığını anladılar.

18 Ocak 2011 Salı

M.Ö. Paradoksal İroni.

Sanki parayı önce Urartular bulmuş da Lidyalılar onlardan bu fikri parayla satın almış gibime geliyor. Öyleyse parayı ilk önce Urartular bulmuş. Sonra buldukları para fikrinin patentini almak için Lidyalılara gitmişler. Demek ki patent fikrini de ilk Lidyalılar bulmuş. İyi de sonuçta patent dediğin şey için de para ödeniyor, dosya masrafıdır bilmem nedir derken bi şekilde ödeme yapmak lazım. E devir de değiş tokuş devri. Demek ki Urartular paranın patentini almak için Lidyalılara ödeme olarak para fikrini vermişler. Böylece Lidyalılar Urartuları katakulleye getirip sanki parayı onlar bulmuş gibi ellerinden her şeyi almışlar. Evet, bence bu olay bu şekilde gerçekleşmiş. dsadjasdkasşdkas

9 Ocak 2011 Pazar

The Social Experiment

Motora ya da vapura bindiğinde herkes mışıl mışıl oturuyorken, hani kilit bi an geliyor, motorun sesi azalıyor ve insanlar sanki bu bir işaretmiş ya da “haydi kalkın artık” anonsu yapılmış gibi bi anda kalkmaya başlıyor ya. Bayılıyorum ben o sahneye.

O motorun azalan sesi sihir gibi resmen, öyle harekete geçirici bir şey ki; sanki böyle herkesi bi motorun içine koysam, motorun devrini yükseltip yükseltip indirsem insanlara her istediğimi yaptırabilecekmişim gibi geliyor. Böyle de garip tespit işte.

6 Ocak 2011 Perşembe

Olm yemiyorlar bunları.

Sevgili Arkadaşlar!

Önünüzde yürüyen çocuğun yüzünü görebilmek için önce arkadaşınızla o kişinin önüne geçiyor. sonra da arkadaşınızı biraz arkanızda bırakıp; sanki ona sesleniyormuş gibi arkanıza dönüp çocuğun yüzüne bakıyorsunuz.

Bunu yapmayın olm işte. Yapmayın bunu.
My Facebook Profile
My Flickr Profile
My Twitter Profile
My Last fm Profile
My Tumblr Blog
My Tumblr Blog
My Tumblr Blog